Güzellik çeşit çeşit, rengârenk bir ahenk. Alıcınızın ayarı ne tarafa yakınsa o tarafından bakarsın güzel olana, o tarafından da görürsün. Anlayışlar, birikimler, yokluklar, varlıklar, öykünmeler ve hatta bazen basitçe metabolizma belirler çerçevesini.
Kendi yolunda kendi yaşam resmini çizer insan nesilleri bu çerçevenin içine. Herkesin dünyası kendinedir ama insanoğlunun dünyası bir tanedir. İnsan bu ikilemle yaşar hayatını…
Kendini beğendirme merakı sarar onu, düşünmeye başladığı günden bu yana. Kendi için güzel bulduğu değil de, nasıl bulunmak istediğini düşünmek önce gelir genelde, o da karıştırır meseleyi. Karmaşıklaştırır. Hatta kimi insan kendine acı çektirmeyi alışkanlık haline getirir.
Aksine, geceleri ne kadar da sadedir, insan medeniyetinin ışıkları olmadığında. Yıldızlar yağar üzerine. Gerisi hayal gücüne kalır o anda alacakaranlık içinde. Tüm alem senindir durduğun yerden. Gece bulutluysa da bulut sarar o gece de, fena mı? Gerisi aynıdır yine. Rüzgâr üzerinden akar gider. Toprak oturduğun yerde ellerine oyuncak olur. Yanından geçen su, set çekene kadar önüne akar durur.
Tabii, kandırmaca da vardır insan hayatında. İnsanın tarihinde güzelliği ilk farketmesinin peşisıra, sanki inadına, ortaya çıkmış bir mihenk taşıdır. Hatta yalan olanların getirdiklerinden üremiştir belki de, tüm o medeniyet denilen, sanatıyla ve birikimiyle.
Aslında, yüksek değerlerimiz ve tariflerimiz olabilir miydi ki sadece güzelliklere bakarak? Aydınlık bile karanlığı da beraber düşündüğünde daha güzel daha yüce gelmez mi? Bunca karmaşık zıtlıklar olmasa güzelliklerin değerini ruhunun derinliklerinde hissetmek de ne mümkün olur, zaten ne de bu hissin bir anlamı olur…
“Önemli olanlar” ile yapılan kıyaslamadan ve bu kıyaslamanın zaman zaman getirdiği tatmin duygusundan mutlu olmayı ilke edinmiş yaşam tarihimiz bize bir anlamda kandırmacalarını da sunuyor, çeşitli ifade şekilleriyle… Hemen her tarifimizin arasına sıkışmış, bir parça da olsa üstün körü, hafiften kandırmacalı iki satır oluyor genelde sadece bilenin bildiğini zannettiği… Böyle her bir satır ise analitik düşenceyle çözmeyi bir türlü beceremediğimiz ifade ihtiyacı olarak sanatın üretimini tek çare kılıyor toplu yaşantımızda.
Her ne kadar varlığıyla dayatma yapsa da benliğimize gurur da, erdem de, güzellik de, azim de ve hatta inanç da; diğerleri içinden yapılan bir tercihin olgunluğunda bulur bizleri. Zaman zaman kimi kendini, diğeri arkadaşını, amcası geleceğini, patronu hissedarını, yöneticisi ekibini, yeğeni geçmişini, torunu umutlarını kandırmaya yeltenirse de gerçek olana ulaşma sürecinde sanatla bulabilir insan yolunu. Sanat, insanın önünde bir kerteriz ayarıdır, kendinle bitmek bilmeyen hesaplaşmasında.
Sonuçta sanat, kendi dünyan ile herkesin dünyası arasındaki çelişkilerde, yani bir nevi ayar gayretinde çıkıyor ortaya. Yaşanılan çelişkilerin, kırgınlıkların, arayışların ya da hayata devam mecburiyetinin ifadesinde ise hayat buluyor. Bir önceki hikayeden, eserden beslenip yeni renkler eklenmeye devam ettikçe iyice bezeniyor, serpiliyor, ışıldıyor. İnsana insan olduğunu hatırlatan bir fener ışığı oluyor zaman okyanusunda.
Koca evrimdeki bu nokta hayatımızda ise sanırım en önemlisi mümkün olduğunca doğalından yaşamak ve ifade etmeye çalışmak oluyor kendini ve her ne olursa olsun kendi sanatını; kandırmacaları ile dürüst, heyecanları ile saf, beklentileri ile hevesli, bilmezlikleri ile tutkulu.
Zaten yoksa kim yazar onca yazıyı, yazını, çizer resmi ya da yapar heykeli ve diğerlerini. Sadece söyler karşısındakine söveceğini çeker gider… Sonra kim tutar zaman tarihi içinde edebiyatı? Söner gider.
Gününü yaşayan mutlu insanlar için ise diğerleriyle paylaşmayı ve kendiyle yetinmenin huzurunu idrak edebilmek kalıyor. Zamandan bağımsız hep o an için geçerli olan. Sadece yanındakine bir katkı sağlamakla katmerlenen bir yaşam anlamı ve hazzı, süzgecin delikleri arasından üstte kalıp bize bakıyor. Tabi yakalayabilirsen ve sanatıyla da hissedebilirsen…
Comments